2 Eylül 2011 Cuma

Bu Hayatta Kötü Davran Bana

Bu Hayatta Kötü Davran Bana

Biliyorum, bu hayat beni istemiyor, ama ben ondan zaman çalıyorum... Ben ondan kalbimin saf kalmış yanlarını çalıyorum...
Onun benden ne istediğini bilmezlikten geliyorum... Bu yüzden gecikiyorum hem kendime, hem hayata...
Hem herşeyi alabildiğine yoğun yaşıyorum, hem de zamanın dışındayım... Hem herşey en sonunda gelip bende toplanıyor, ama önümde olup biten hiçbir şeyi değiştirme gücüm bile yok...
Kimseyle savaşmak istemiyorum, kimseyi yok etmek istemiyorum, ama varolmak, derinden hissetmek ve hissedilmek istiyorum, diye bağırmak istiyorum... Ama biliyorum, çığlığım duyulmayacak, duyulsa bile hemen unutulup hiç kimsenin aklında kalmayacak...
Oysa gördüğüm ve karşılaştıklarım beni savaşmaya çağırıyor... Kimi yok edebilirim, kim mahvedebilirim ki... Öylesine savurmuşum ki kendimi, öylesine derin bir açlıkla sarılmışım ki dünyaya; herkeste, herşeyde benden birşeyler saklı... Bu yüzden kiminle savaşsam, kimi yok etmeyi düşünsem, bu ilk önce ben oluyorum...
Başlattığım her savaşta ilk ben ölüyorum...
Ne zaman bana dayatılan savaşın kurallarına uysam, en ölümcül darbeyi ilk ben alıyorum...
Bu dünyadan öyle kopuk yaşamışım ki, yapmayı düşündüğüm kötülükler gelip önce beni buluyor...

İnan, ne zamandır tanıyamıyorum kimseyi... Tanıdığımı sandığım insanlar öylesine çabucak değişiyor ki.. İnsanları tanımakta zorlanınca, bütün öfkem, bütün kırgınlığım kendime yöneliyor...
Gecenin ortasında, günlerdir karşısında kendimi seyrettiğim aynada soruyorum; kimsin sen, diye...
Nasıl bir yalnızlık ki bu, onca adanmışlıktan sonra sadece kendimden hesap sorabiliyorum..
Herkes öylesine korkmuş ki hayattan, herkes öylesine sarılmış ki kendi korkularına... Çünkü başka nedeni yok gecenin bu saatinde aynamın karşısında kendimden hesap sormamın: Neredesiniz... Hepinizde bir parçam kaldı... Böyle birden çekip gidemezsiniz.. Böyle susup gizlenemezsiniz... Kimdiniz siz... Ben sizdeki kendimi çok özledim; inceliktir, birgün arayıp onu bana verin... Ben kendimdeki sizi özledim... Ne olur, hiç olmazsa onu arayıp sorun... Kimsesizliğiniz bende kaldı... Bir yer söyleyin, getirip bırakayım...
Bunlardı işte aynamdaki sayıklamalarım... Ve ben kendimi bu sayıklamalardan alıkoyamazdım... Öyle ki, bütün sorularım sonunda gelip benden hesap sorardı... Bütün uğradığım haksızlıklar sonunda gelip benden hesap sorardı...
Bir mahşer yalnızlığıydı bu, yıllar sürdü...
İnat ettim kendim olmakta; bu yüzden tiksindi benden dünya ve sonuna dek reddetti.. Yandı özlediğim herşey korkularımla birlikte...
Şimdi bir sen kaldın, bir de yüzümdeki kanayan ışık...
Ama görünüp görünüp kaybolmakta öylesine inatçıydı o sevgi dedikleri, o aşk dedikleri... Düştüğüm her boşluk bana seni hatırlattı... Senin o inatçı sevgini... Kaderimi küçümseyip hep bir başkasını aradığımda, gördüğüm herşey sonunda seni hatırlattı bana...
Herkesi anlamak ve tanımak isterken sadece kendimi küçümsemeyi öğrenmiştim çünkü ben...
Beni kim sevse, beni kim anlamaya çalışsa onu da küçümsemekti bu...
Öylesine kırgındım ki kendime beni kim sevse gerçekten, beni kim gerçekten anlamaya çalışsa, bu kırgınlığın içine gelip oturuyor, beni bu denli inciten hayatın ta kendisi olup çıkıyordu...
Beni kim anlamaya çalışsa, daha önce neredeydin, diye bunun hesabını en çok ondan soruyor, hayatın bütün haksızlıklarını ona yoruyordum...
Oysa hayat en çok sana haksızlık etmişti... Tanımadığın bir kentte, tek odalı ve rutubet kokan bir evde aşkınla tek başına kalmıştın...
Ay ışığı vururdu yoksul odana... Masanın üzerinde birkaç parça kurumuş ekmek olurdu... Ve benim için bıraktığın o tek sigara...
Köşede bir yerde ödenmemiş faturaların dururdu. Öylesine çok aramıştın ki beni, telefon borçların öylesine çok birikmişti ki, o tek göz odalı, o rutubet kokan evindeki kırık dökük eşyalarına her an haciz gelebilirdi. Ama umurunda bile değildi.
Sevgin seni öyle korkusuz yapmıştı ki, uykunda bu dünyaya ait olmayan bir iyilikle gülümsüyordun... Ay ışığı vuran yoksul odanda, eski sandalyelerinden birine oturup sonsuz bir susuzlukla seyrettim yüzündeki o "yasadışı gülümseyişi"..
Seni aşkınla tek başına bırakmıştım işte... Ama bugüne dek bir kez olsun yakınmamıştın bundan... Seni bu korkunç dünyada ölümünle yalnız bırakmıştım... Ama bir kez olsun sönmedi yüzünden bana bakan o ışık... Seni seyrederken anladım, hayatımda ilk kez sevdiğim birini kendimden daha haklı görüyordum...
Öylesine güveniyordum ki sana, bugüne dek kimseden istemediğim birşeyi senden istiyorum şimdi... Bana bir iyilik yap.. Bana bu hayattan daha kötü davran...
Beni yitirmekten korkma... Unutma beni herkesten daha çok tanıdığını...
Bütün sırlarım sende... Ne olur bu hayattan daha kötü davran bana...
Biliyorum, hiç olmayacak birşey istiyorum senden... Ama yap bunu...
Çünkü ne kadar istesem de sana bu halinle bağlanamıyorum... Bu koşulsuz ve ne olursa olsun sevme haline... Bu dünyaya ait olmayan iyiliğine...
Belki de senin bilmediğin bir hastalık bu... Anla beni... Yıllardır kendimi ve sevgiyi öyle yanlış yerlerde aradım ve geçmişimden öyle acı çektim ki...
Kaybolduğum yerlerden geriye dönüyorum artık...
Kaybolduğum yerlerden odana dönüyorum...
Ay ışığı vuruyor odana... Masanın üzerindeki birkaç parça ekmeğe dokunuyorum.. Onlara dokununca kalbime dokunmuş gibi hissediyorum..
Bir mahşer yalnızlığıydı bu, yıllar sürdü...
İnat ettim kendim olmakta, bu yüzden tiksindi benden dünya ve sonuna dek reddetti..
Yandı özlemlerim korkularımla birlikte...
Şimdi bir tek sen kaldın, bir de yüzümdeki o kanayan ışık...
Ne olur, sadece sen küçümse beni...
Ne olur, bu hayattan daha kötü davran bana...
Ve sonra seninle geleyim nereye gidersen...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz İçin Teşekkürler...